CADIKAZANI-SPELEOKÜLTÜR
SAYI 18
RÖNESANS HARİKASI
FLORANSA'DA GÖZÜME İLİŞEN MAĞARA
LA GROTTA GRANDE
Floransa'dayım,
şansımıza yağmur yağıyor hemen hemen hergün. Floransa gibi
şehirde olduğumuz için yağmura katlanıyoruz ve ıslana ıslana
hemen hemen her yerini kısacık 2 güne sığdırmaya çalışıyoruz.
Bende akşamları şehiri azami tanımak için elimde “Lonely
Planet” kitabı her akşam okuyorum. Sanırım ilk geldiğimiz
akşamdı, gene kitap elimde acaba nereyi dolaşsak diye sayfalar
arasında, televizyon kanallarını “zap” lıyormuşcasına,
dolanıyorum. Bir an “Grotta” kelimesi gözüme çarpıyor.
Mağara kelimesi bir anda bütün dikkatimi o bölüme vermemi
sağladı bile. Evet bu mağara ile ilgiliydi. Heme yarın oraya
gitmeye karar verdim tabii ailem itiraz edemedi çünkü oraya gidene
kadar yolumuzun üzerinde zaten tonla gezilecek yer vardı ve
fikrimin çok zor değişeceğini biliyorlardı.
Ponte
Vecchio. Floransa'nın en eski köprüsü, elimdeki kaynak kitap 1345
yılını gösteriyor. İnanılmaz şirin bir köprü. Tam klasik
turistler gibi fotoğraf çeke çeke köprünün iki yanında
kurulmuş ufak dükkanlara girip çıkıyoruz. Köprüyü geçmemiz
neredeyse bir saate yakın vakit aldı.
Köprüyü
arkanıza alıp, biraz daha devam ettiğinizde sol tarafınızda
genişce meydana bakan devasa bir malikane görürsünüz. Palazzo
Pitti. Banker Lucca Pitti tarafından Medici ailesinin ihtişamına
karşılık vermek üzere inşa edilen Palazzo Pitti, Banker
Lucca'nın varisleri iflas edince Medici'ler tarafından satın
almıştır. 1457 yılında inşasına başlanılan bu binadan, bir
zamanlar bütün Toscana eyaleti yönetilmiş. Binanın arkasında
muhteşem rönesans unsurları taşıyan Boboli diye adlandırılan
bahçeler mevcuttur. Halihazırda, içinde birkaç müzeyi barındıran
binada dolaşıyoruz.
Müthiş
sağanak bir yağmur var ama ben ısrarcıyım. Boboli bahçelerinin
ve malikanenin sol tarafında “La Grotta Grande” mevcut. Mağaralı
bir şey olsun da ne olursa olsun. Mutlaka görmem lazım diyerek,
ailemi cafe'ye park edip, yağmurun altında hızlı bir şekilde
çeşmeye doğru gidiyorum.
Mağara
temalı bir bina bana başından ilginç geldi çünkü daha evvelden
hiçbir yerde rastlamadım. Kabul, dünyanın her tarafını
dolaşmadım ama birçok ülke görmüşlüğüm vardır.
La
Grotta Grande. Haşmetli bir bina. Hangi amaçlı veya kullanımı
nedir pek belli olmamakla beraber içinden suların aktığı yerler
ve çeşme mevcut. Aslında bina kelimesi biraz yavan kaçıyor,
işlevi belirsiz olan bir sanat eseri, anıt var karşımda.
Parmaklıklar arasından bakıyorum, maalesef kısmen çeşme
işlevselliğini yitirmiş ama gökten inen sicim gibi yağmur bu
işlevi çeşmenin dışında almış gibi geldi. Durduğum yerde
ıslanıyorum, içerde mağaranın içi ise kupkuru. İronik bir
tezatlık.
Elimdeki
kaynak kitaba yöneliyorum bana Mikolanjelo'nun “4 tutsak” adlı
heykelin kopyasının, Vincenzo de Rossi'nin “Troyalı Helen ve
Paris”in, Giambologna'nın “Yıkanan Venüs” heykellerinin
burada olduğunu söylüyor.
Bina'nın
dışında inanılmaz bir detay çalışma var. Sarkıtların,
oluşumların ve heykellerin çerçevelediği giriş gerçekten çok
güzel. İçerisi dışarıdan karanlık olduğu için gözlerimin ayar
bakmasını bekliyorum. Evet, işte tam karşıda “Truvalı Helen
ve Paris” heykeli var . La Grotta Grande'nin iç duvarları da
mağara oluşumları ve neredeyse duvardan çıkıyormuşcasına ama
bütünleşmiş heykel rölyefleri var. Tam karşıda Helen ve
Paris'in üstündeki kemer tonoz'da mağara (bizim anladığımız
anlamda) ortamına uygun olmayan ama iç dekorasyona mantığına
uyan manzara resmedilmiş.
Islanıyorum
ama değdi.
Bir şey
daha dikkatimi çekti. Dünya'nın bir çok mitolojisinde, dininde
geleneklerinde artık ne derseniz deyin, inanışlarında “mağara”
yer altını temsil eder ve yer altı “ruhlar ve ölüler”
alemidir, kötülükler hep oradadır. Bu Avrupa'daki inanışlar
için de geçerlidir. Dolayısıyla, böyle bir mağara temalı bir
anıt-çeşme gibi bir yapıda farklı unsurları görmek beni
şaşırttı. Bunları yazarken Vatikan'a girdiğimde sol tarafta
ilerde bir kapı üstündeki iskelet heykeli aklıma geldi.
Tanrı'nın
evinde korkuyu temsil eden, Tanrı'dan korkmanı isteyen heykel ve
rölyefler. Kötülüğü ve yeraltını temsil eden “mağara”
çeşmesinde asrımızın en büyük aşıkların heykelleri,
güzelliği temsil eden Venüs'ün olması gerçekten ilginçti.
Sanırım
Rönesans, “aydınlanma” ne derseniz deyin, buydu. Rönesans'ın
sadece resim, heykel ve güzel evlerden ibaret olmadığını sanırım
daha iyi anladım.
Bakış
açısının, gözüne ilişenin değişmesiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder