MAĞARACILIKTA RİSK ALGISI
Derneğimizdeki
eğitimlerden bir tanesi Metin Albukrek arkadaşımız tarafından
verilen mağaradaki riskler ve bu riskleri kazaya veya kazaya ramak
kalma durumlarına dönüştürmemek için biraz bilinçlenme
eğitimidir. Mağaradaki risklerin yanısıra birde bu risklerin
algılanması vardır. ASPEG'in mağarada sele yakalandığı Ayvaini
macerası ve üzerine Sanctum filminde abartılmış sahneleri
seyrettikten sonra ister istemez, mağaracılıktaki risk algılaması
aklıma geldi. Şöyle bir geriye gidince eskilerin bize "aman
ya manyak mısın oraya gidilir mi" dedikleri yerleri
hatırlıyorum da, yaşımızı ve mağaracılığımız ilerledikçe
risk algısının nasıl değiştiğini çok rahat ve net
görebiliyorum.
1990'lı
yıllarda BÜMAK odasında dolapların birinin kapağı üzerindeki
Sorkun haritasına bakıyorum. Ana galeri -200 m'lere kadar inerken
yan kola inen devasa baca ve soru işareti, "bu nereye gidiyor"
düşüncemi gıdıklıyordu. Harita 1982 yılında çizilmişti.
Ben, bizden deneyimli arkadaşlarımıza sorduğumda, "manyak
mısın, Sorgun'a feci su giriyor, korkunç, şöyle olur böyle
olur". Beni bilen bilir, aklıma birşey takıldı mı, en
azından zaman içinde fırsat yaratabilirsem denemek için RİSKİ
göze alırım. ASPEG'in Küre milli parkı projesi kapsamında,
Sorkun'un yan koluna girdik, araştırdık, dibini bulduk ve
haritasını çizdik. Hiçte korkunç değildi. Daha sonra sıra ana
kolun araştırmasına geldi sıra. Korku dağları bizi bekliyordu
(psikolojik set kondu bir kere) ama itiraf ediyorum, ana kolun
araştırması, içine su girerken, yan kolun araştırmasından daha
kolay geldi.
Gene
1990'lı yıllar gene BÜMAK odasında oturuyorum ve Düdenyayla'ya
kışın gidelim diye bir fikir atıyorum. Herkes bana "aklından
zorun mu var?" gibilerinden bakışlar alıyorum. Neyse onu da
hallettik, 2011 kışında nasip oldu gitmek. Mağaraya girmeyi
denedik ama olmadı (3 gün üst üste güneş çıkınca bütün kar
eridi ve mağaraya girmeye başladı) risk almadık ilerlemek için
ama geziyi yaptık.
Mesela
bir Pınargözü mağarası var ortada. Türkiye'de çok az Türk
mağaracının belli bir yere kadar gittiği ve ne hikmetse devamı
Türkler tarafından araştırılmayan mağara. Türkiye'nin en zor
mağaralarından biri, içeride İngiliz mağaracı öldü (yıl
1970'ler). Şu anda bir Tük mağaracı koordinasyonunda Romen
mağaracılar araştırıyor. Gerçekten zor bir mağara, 5 derece su
da, wetsuitlerle ve dalışlarla geçen ve yukarı tırmandığın
bir mağara. Evet gerçekten zor ama hem teknoloji değişti hem de
mağaracılık anlayışı değişti hem de artık hevesli ve istekli
mağaracılar var riski (hesaplayarak ve olabildiğince asgariye
indirerek) almak isteyen. Bence Romen arkadaşlarımızın bıraktığı
yerden biz bayrağı ele almalıyız.
Yine
bir başka risk algısı ve ona karşı önlem alma yöntemi,
mağaraya ekip giriyorsa, yukarıda kampta ne olur ne olmaz diye
adam bırakmak. Kaza olursa, dışarıda kalan mağaracı, yardım
çağırsın diye özetleyebileceğim bir konu. Bu yöntem kalabalık
ekiplerde sorun çıkarmıyor ne de olsa herkes aynı anda mağaraya
girmediği için illa ki birileri kampta kalıyor dolayısıyla
zımnen bu yöntem işliyor ama iş 3-4 kişilik ufak ekibin mağaraya
girmesi olursa o zaman bu yöntem ne kadar işliyor, işlemeli mi
bunlar birer soru işareti. Dışarıda adam bırakmanın en büyük
avantajı, kurtarma saati veren ekip geciktiğinde yapacağı iki
şeyden birisinde yani hemen yardım çağırmak konusunda zamandan
tasarruf etmektir. Bununla birlikte ikinci yapabileceği davranış
biçimi ise, bir kurtarma ekibini çağırmadan evvel (ki bu yaklaşık
en az 40 tane mağaracının herşeyini bırakıp gelmesi demektir)
aşağıda geciken ekibin durumunu öğrenmek için yanlarına yani
mağaraya girmesi demektir. Türkiye'deki ilk ciddi kazada Düdenyayla
düdeninde eğer beni hafızam yanıltmıyorsa kaza olduktan sonra
hemen 2 kişilik bir ekip girerken aynı anda Istanbul'a zaten geziye
gelecek olan mağaracılara haber verildi. İlk kurtarma ekibi 4-5
kişiydik. Ertesi gün veya aynı gün yanılmıyorsam Ankara'dan da
bir ekip geldi. Yani kısacası kurtarma saatini geçiren ekibin
durumunu mutlaka öğrenmek ve ona göre gerekiyorsa kurtarma
ekiplerini yurt sathında çağırmak lazımdır. Eskiden bende
özellikle 3 kişilik mağara etkinliklerinde kampta adam bırakma
taraftarıydım ama yavaş yavaş bu görüşüm bazı etkinliklerde
değişmeye başladı. Neden? 1. Bir kaza anında 3 kişiden biri
kazazedenin koşullarını ilk elden bilecek ve mağarada 1 kişiyi
yanında bırakarak rahatlıkla mağaradan çıkıp yardım
çağırabilecektir. Öbür türlü, kampta kalsa büyük ihtimalle,
ne olduğunu anlamak için aşağıya inecek ve bilgiyi öğrenmesi
ve yukarı çıkması zaman kaybına sebebiyet verecektir. 2.
Mağarada 2 kişi yerine 3 kişinin ilerlemesinin daha dikkat
getireceğine inanıyorum. 2 kişi hele hele dikey bir mağarada
döşeme filan yapılıyorsa, taşınan onca malzeme, yorgunluğa
sebep olacaktır ve bu da dikkati dağıtacaktır. 3 kişinin
malzemeyi taşıması daha iyidir ama bu da 3.kişinin döşemeyi
beklemesi demektir yani soğuk ve üşüme olasılığının artması
demektir. Sanırım bu da, dönüşümlü döşeme yapmak ve
özellikle mağarada zaman ayırıp sıcak bir şeyler yemek ve
içmek, üşümenin büyük ölçüde önüne geçecektir. Birde 3
kişilik bir ekip hem döşeme, hem toplama hem de ölçüm almayı
çok rahatlıkla yapabiliyor, ilk elden tecrübeyle sabittir.
Diğer
bir risk algısı ise mağarada geçirdiğimiz saatin süresi ile
alakalıdır. Normalde bir mağarada hemen hemen herkes en fazla
sekiz saat mağaracılık yapmanın doğru olacağını söylemektedir
veya böyle gele gelmiştir. Bende, BÜMAK'tan beridir farklı
düşünmekteyim. 8 saatlik zaman dilimini bir memur anlayışı gibi
görmekteyim. Benim düşünceme göre bir insanın normal uyku
zamanı 8 saat ise ve geri kalan zamanda yani 15-16 saat uyanık ve
bir şey yapıyorsa, uzun saatler çalışma gerektiren mağaralarda
kanımca çok rahatlıkla bir mağaracı 15-16 saat mağarada kalıp
çalışabilir. Yine de burada iki noktaya dikkat etmek gerekir.
Birincisi, mümkünse biyolojik saate göre 15-16 saati ayarlamak
yani sabah erkenden giriş (sabah 8:00-24:00 arası) yapmak. Bu
mümkün değilse bir şekilde yatma vaktinde mağarada kalacaksak,
uyku döngüsü kaçınılmaz olarak bizi yakalayacaktır. Bunu
telafi etmenin tek yolu, çalışmak ve düzgün sıcak yemek yemek
ve içmektir, bu insanın enerjisini artırıyor.
Birde
risk algısını etkileyen faktörlerden bir tanesi ise zaman, daha
doğrusu zamana bağlı yaş durumu. Bu durum, birde mağaraya girme
sıklığınızla çakıştığında, olumlu ya da olumsuz algıyı
etkileyebiliyor. Yaşımız ilerledikçe ve mağaraya (özellikle
zorlu dikey mağaralara) girişlerimiz azaldıkça, başkalarının
aldığı riskler veya yaptıkları çok daha fazla riskli olarak
gözümüze çarpıyor.
Evet,
risk algısı değişik ve kişiden kişiye hatta gruplardan gruba
değişen bir algıdır.
Tohumu
nasıl ekersen öyle çıkarmış. Risk algısını da yönetmek ve
bir kültür haline getirmek için epey uğraşı vermek gerekiyor.
"Evet, risk algısı değişik ve kişiden kişiye hatta gruplardan gruba değişen bir algıdır." Bu sözünü kabul ediyorum. Yazının büyük çoğunluğuda deneyime ve gözleme dayalı gerçekler içeriyor, teknolıji gelişti bilgi birikimi gerçekten arttı. Ancak 3 kişilik gezi, kaza olursa biri kazazedenin başında kalır diğeri çıkar haber verir konusuna katılmıyorum. Kaza kimsenin çıkamayacağı şekilde de gerçekleşmiş olabilir. Ben hala yüzey araştırması dışında, dikey girişli gezilerde 2 yada 3 kişilik 2 ekip olması taraftarıyım - yani bir ekip içeride ve bir ekip biifil mağara yakınında dışarıda. istanbul'da telefon başında birisine mağara emniyet saati verilmesinin o kişiye de büyük haksızlık olduğunu ve kaza durumunda değerli zamanın kaybedileceğini düşünüyorum. Seni çok öpüyor bu yorumumu mağaracılık camiasına kazasız, bol dipli ondan öte çok keyifli mağaralar dileyerek bitiriyorum.
YanıtlaSilTeşekkür ederim cookie.
YanıtlaSil