Birçok uğraş gibi döşeme yapmakta ayrıcalıktır yazısı II
Sevgili Bedrimin yazısından sonra bir de baktım uzun zamandır bir şey yazmamışım, bu yazıda aklımda kalan kötü döşeme hatıralarımı paylaşayım dedim. Hoş, son gezilerde ve yemeklerde, etrafımızdaki insanlarla hele hele de Ali Aytan ve Süha'nın o bal dolu muhabbet ortamlarında yeri ve aklıma geldikçe paylaşıyorum ama burada da herkesle paylaşayım istedim.
Öncelikle 20-21 yıl geçtiği için bana kimin SRT öğrettiğini hatırlamıyorum galiba Tunç Teber'di. Hele hele bana birisinin "aha da bu çekiç bu da sürücü, böyle de duvara dübeli çakarsın " demesini yani bire bir benle ilgilendiğini hiç hatırlamıyorum. Metin Albukrek'in bire bir eğitim gibi anlattığı karpit lambasını, o da gezide Yatağan'da "boruyu ağzına alıp hüpleteceksin ve tıkanan lambayı açacaksın" demesini ve benim şaşkınlıkla isli boruya bakmamı (dikkat manyetolu çakmak, petzl markalarından bahsetmiyorum :) ve bir de yine Metin'in 2 saat masa başında bana verdiği harita eğitimini hatırlıyorum. Diğer eskilere haksızlık etmek istemem ama hatırladıklarım bunlar.
Şimdiki gibi arkası arkasına herkesi takip ettiğimiz sistematiği belli bir eğitim yoktu. Kim o an boşsa, alırdık elimize ipi sallanırdık. Bedri'lerin zamanında (yanlışsam düzelt beni :) yavaş yavaş oluşmaya başlamıştı bu sistem.
Böyle bir eğitim geçmişinden gelince tabii, ne yanlışlar yaptık, neler neler...Karlık yemeğinde Süha'nın Uluyayla Düdeni'nde bir inişi inerken gösterdiğim bir dia'da daha ben "burada bir yanlışlık var nedir?" demeye kalmadan herkes "amma aşağıya çakmışsınız" dediler ve gülüştük. Evet hakikaten, dübelleri o kadar aşağıya çakmışız ki, girmesi zor, çıkması zor, sürtünmesi ayrı dert..
En son Karlık Kuylucu'ndayız. Ali Aytan'a anlatıyorum mağaranın yukarı kısımlarında döşeme yaparken...Son galeriye inerken, tek dübelle iniliyor. Emniyeti var mıydı hatırlamıyorum?. o dübeli de ben çakmıştım ve gene aşağıya çakmışım, iniş çok kolaydı ama çıkarken bir kastım kastım sormayın gitsin :) Ayağımı eşiğe atamıyorum ve debeleniyorum, 10 dakika debelendikten sonra çantamdaki kısa ip merdiven geldi aklıma, onu taktım karabine de çıkabildim.
Sevgili Bülent Genç'in hala bana hatırlattığı bir dübel çıkma hikayesini de anlatayım burada. Giden Gelmez'lerdeyiz, rahmetli İskender'de var. Düden'in ismi galiba Çakılönü düdeniydi. Çok güzel 4-5 m genişlikte kanyon girişinden sonra sola doğru sert bir dönüşle devasa bir salona çıkar. Dere bir taraftan akarken, sen bir taraftan, yanından inersin ve salon sağa doğru kırık içinde dönüş yapar ve dere 40-45 m çağlayan yaparak iner. Bizde kanyon gibi yerin ortasında bu inişi yapıyoruz. Döşedik ve indik. Dere ile aşağıda buluştuk fakat yere son 3 m kala yukarıda bir yerde ip sürtüyor. Ben en son çıkarken oraya sürtünmeyi yok etmek için mecburen (doğal bağlantı yoktu) dübel çaktım. Çaktığım duvardan su sızıyor ve dübelin içindeki kaya tozu çamura dönüştüğü için temizlemekte zorlanıyorum. Neyse çakmayı bitirdim ama çakma işlemi de çabuk bitti (allah allah!) ve koniyi yerleştirdim ve patlattım, sözdeymiş...İçime de sinmedi ama dübeli dışarı çekecek bir pozisyon olmadığı için yukarı çıktım. Bülent bir sonraki girişi yaparken, uyardım "dübeli çaktım ama sanırım kötü oldu, dışarı çekmeyin" dedim. Bülent'te dübele geldiğinde burası net değil benim için çünkü hiçbir zaman söylemedi dübelin üzerindeyken mi yoksa elle oturmadan mı zorladığını, dübel çıkmış. Sık sık anlatır, dalgasını geçer benimle :)
Bedriyle Dağlı Kuylucundayız. İkimiz derenin girdiği yerden döşemeye karar verdik. Ufak ama derin cadıkazanlarında, ıslanmamak için maymunumsu hareketler yaparak döşeme yapıyoruz. Dağlı tarafındaki açıklığa geldik, hava kararmıştı. Galiba Bedriydi, çağlayanın yanından indi ve seslendi "aa burada bir kol var diye". Hemen bende yanına geldim ve süzüldük içeri, hayda bu kol langır lungur gidiyor ve ilk şimdiki ipsiz indiğimiz 5 m'lik yerden döndük. Cık'ı böyle bulmuştuk. Bu nerden çıktı şimdi derseniz diye ehh, arada bir güzel yaptığımız şeyleri de anlatayım, Bedri'yi de anayım dedim.
Yorumlar
Yorum Gönder