KARLIK KUYLUCU : KARADENİZ'İN EN DERİN MAĞARASININ KEŞİF HİKAYESİ

Elimdeki dalgıç projektörün ışığı karanlıkları deliyor. Dizime kadar kar içindeyim, ışığın aydınlattığı yere bakıyorum, lapa lapa yoğun kar yağıyor. Bir yandan müthiş bir sakinlik var içimde ama bir yandan da gecenin saat 10'nu olmuş ve bir an önce yayla evlerini bulmam lazım. Arkaya bakıyorum 8 kişi sırt çantaları ve mağaracılıkla ilgili teknik malzeme çantaları hafif endişeli ve yorgun yüzlerle bana bakıyorlar. Geldik mi? Bende aynı soruyu soruyorum kendime çünkü telefonumda GPS kayıtları var ama orman yollarını göstermediği için maalesef pek bir işe yaramıyor. Yine de beş on saniye karşımdaki manzaranın doyumsuz güzelliğine takılıyorum. Yolu kaybettim ve önümde düz bir alan var, bitiminde orman başlıyor ve her yer siyah bir örtü içinde ve ışığın önünde dans eden bembeyaz kar taneleri var o kadar. Geldik mi? 1-2 saattir “300 metre kaldı, 400 metre kaldı” şeklinde insanları oyalamayla geçti ama sanırım herkes sabırsızlanmaya başladı. Dönüp arkama bakıyorum, kar yağışı hızlı olduğu için herkes aynı görünüyor artık; Kardan adam korkulukları.

Bundan yaklaşık 15 yıl önce Karlık Kuylucu'na Boğaziçi Üniversite Mağara Araştırma Kulübü, BÜMAK'in üyeleriyken girmiştik. Eski mezunlarımızdan Oral Ülkümen, daha evvelden bölgede dolaşmış ve Karlık Kuylucu'nu keşfetmişti.

Bu arada Karadeniz'de köylüler su yutan deliklere ve büyük düşümlü ağıza sahip mağaralara kuyluç derler.

Mağaracılar, bir yere kadar ilerledikten sonra keşifi bırakmışlar ve yarım, tamamlanmamış bir harita çizmişler. Bir sene sonra Karlık Kuylucu'nun keşfine devam ederken, iki mağaracı arkadaşımız, Karlık Kuylucu'nun ikinci büyük galerisinde susuz ve karpitsiz kalmış, yani kısacası bir mağaracı için en önemli şeyden mahrum kalmışlar; ışık. Galeride çok büyük kayalar olduğu için yollarını bulamamışlar ve bir yere oturup, başka bir ekibin gelmesini beklemeye başlamışlar. Hiç unutmuyorum, gece yarısı çadırlarımızdan kaldırıldık ve ekibin gelmediği söylendi. Hemen toparlanıp, 3 kişi yanımızda biraz yiyecekle mağara ağzına gittik. Mağara'nın ağzına ulaşabilmek için orman yolundan ağaçların arasından dere kenarına inip, mağaranın ağzını bulmak lazım. Bunu da gecenin bir vakti yaptık.

Karlık Kuylucu, derenin ufak bir kör vadiye çarpması sonucu kısmen çökme kısmen aşındırması ve yılların o büyük sabrı ile oluşmuş. Mağaraya dere tarafındaki inişlerden değil de yan taraftaki yarı çarşak yarı ısırgan ormanın içinden 30 metrelik bir ip inişi ile iniliyor. Bu çarşağı geçtikten sonra mağaranın gerçek ağzını görüyorsunuz. Tabii, bir an önce arkadaşlarımıza ulaşma derdinde olduğumuzdan ve gece girdiğimizde ağzın tam büyüklüğünü görmedik ama yüzümüze çarpan nemli soğuk havadan hissettik. Hızlıca büyük ağızda ilerledikten sonra ilk cadıkazanı'na geldik.

Cadıkazanı, mağaracılar arasında, suyun oyduğu ve neredeyse hikayelerde anlatılan cadıların kazanına benzeyen ufak göllere deriz.

Cadıkazanları yine ip teknikleri ile geçtikten sonra önümüzde 40 metrelik uçurum gelmişti. Mağaracılar, bu uçurumlardan emniyetli inebilmek için ipi kayalara döşer. Kullanabileceğimiz kayada doğal bağlantılar varsa, kullanılır yoksa kayaya dübel çakar ve kendimizi askıya bağlayıp öyle ineriz. Bu uçurum inişinde en önden gittiğim için diğerleri ile mesafe açılmaya başlamıştı. 40 metrelik uçurum, çan eğrisi şeklinde olduğu için beş metreden sonra tamamen boşlukta aşağıdaki galerinin ortasına inmiştim. Galeri çok büyüktü ve tavandan düşen kayalarla yerler kaplıydı. Bu keşifi yazın yaptığımız için derenin suyu aşağıya yani mağaraya akmıyordu sadece cadıkazanları ve göllerde su vardı. Hemen aceleyle ilerlemeye devam ettim, galerinin sonunda yine bir uçurum vardı. Yaklaşık 25 metrelik bir ip inişi vardır ama inmek yerine aşağıdaki galeriye bağırmaya başladım. Dört beş defa bağırmadan sonra, çok ama çok derinlerden “tok tok” diye ses duydum. İçim rahatlamıştı, yaşıyorlardı. Hemen geriye dönüp “karpit” aldım ve galeriye iniş yaptım.

Mağara içi özellikle gökyüzünden ışığın sızmadığı yerler, tamamen karanlık bölgelerdir ve mutlaka ışık kaynağı ile girmek lazımdır. Mağaracılar, kafalarındaki baretlere monte edilmiş fenerler ve madencilerin kullandığı “karpit lambası” ile ışık kaynağı sağlarlar. Karpit, petrol yan ürünü olup, su ile temas ettiğinde yanıcı bir gaz olan “asetilen gazı” elde edilir. Bu ışık, fener gibi sadece belli bir açıda değil 360 derece aydınlatır, sarı bir ışık verir ve kimyasal tepkimeden dolayı, karpit lambasının haznesi ısınır. Bu da mağaracıyı, mağaranın soğuk ve nemli ortamında bir nebze sıcak tutar. Ayrıca kimyasal tepkime yavaş olduğu için, çıkan gaz ile sağlanan ışık beş altı saat devamlı yanar.

Galeride ilerlemeye başladım. Tavandan düşen 4-5 metrelik kimi zaman devasa kayalar arasında bir labirentin içinde gibi kah galerinin sol tarafından kah sağ tarafından aralarında sürünerek veya kaya inişi yaparak ilerliyorum. Mağaracılar, teknik malzeme kullanmadan yapılan tırmanış ve iniş hareketlerine “hagada hugada” ilerleyişi diyoruz.

Bu kayalara rağmen tavan yaklaşık 10-20 metre yüksekte. Doğanın gücüne bir kere daha hayran oluyorum. Yavaş yavaş galerinin sonuna geliyordum ki, kucak kucağa oturmak zorunda kalan arkadaşlarımızı gördüm. Yüz ifadelerindeki değişim gözümün önünde. Asık suratlar bir anda gülümsemeyle doldu. Üşümemek ve hipotermiye girmemek için birbirlerinin vücutlarını kullanmışlardı. Yapılması gerekeni yapmış ve saatlerce herhangi bir sağlık sorunu yaşamadan bizi beklemeyi başarmışlardı.

Bir anda neşelenen ortamla hemen karpit lambalarına, getirdiğim karpit ve suyla takviye yaptıktan sonra diğer arkadaşlarımızı beklemeden galeriden gerisin geriye tırmanmaya başladık.

Neyse ki, Türkiye'de ki ilk ciddi kazaya ramak kalma durumu olmuş ve kolay atlatmıştık. Bu gezide arkadaşlarımız Karlık Kuylucu'nun dibine kadar araştırmasını yapmış, metre metre ölçüm alınmış ve eskiden kalan yarım harita tamamlanmak üzere medeniyete geri dönmüştük. Fakat her nedense, uğruna neredeyse kaza geçirdiğimiz mağaranın haritasını çizecek arkadaşlarımız, ölçümleri kaybetmişlerdi.

Dönmeden evvel, mağaranın dibini görmek için biraz ilerledim ve biraz süründükten sonra çamurla tıkanan o koca galerinin ve mağaranın sonunu gördüm. Bir mağaracı için keşfettiği mağaranın sonunu görmek, bir dağcının dağın zirvesine çıktığında ne hissediyorsa, bizim içinde aynı hisleri uyandırır.

Evet, Karlık Kuylucu'nun dibini görmüştük... Gördüğümüzü sanmışız.

Aradan 15 yıl geçti. Birçok mağaracılık grubu Karlık Kuylucu'na gitti ama maalesef haritası tam olarak çizilmemişti. Karlık Kuylucu yapılan ölçümlerle 170 metre derinliğe indiği hesaplandı ama haritasında sadece 115 metrelik derin kısmı çizilmişti.

Köye geldiğimizde müthiş bir kar basmıştı. Arazi araçlarıyla bile çıkamayacağımızı anlamıştık o yüzden hemen bir traktör ayarlamaya çalıştık. Bir tane arazi vitesli bulduk, 9 kişinin özel ve mağaracılık teknik malzemelerini tıka basa doldurduk. Eşyalardan bazılarımıza yer kalmadığı için traktörün arkasından yürümeye başladık. İstanbul'dan Karabük üzerinden Ovacuma'ya oradan 950 metre rakımlı Çakman Yaylasına çıkacağız. Traktörün arkasından nefis manzarayı seyrede seyrede geliyoruz. Kar gittikçe derinleşiyor ve arazi vitesli traktör bile zorlanmaya başladı. Hava kararmaya başlayınca, traktörcümüz daha fazla ilerleyemeyeceğini söyledi ve bütün eşyaları karın içine atarak bizi kenarda bıraktı. Başa gelen ayakla çekilecekti. Sadece önemli eşyaları yüklendik ve yayla evlerine ulaşmak için başladık yürümeye.

Elimde projektör bir sağa bir sola döndürerek kaybettiğim orman yolunu bulmaya çalışıyorum. Artık kardan adam gibi olmuş ekibi biraz geride bırakarak sağa ileri doğru gidiyorum.

Neyse ki bulduk yolu. İlerlemeye devam..Geldik mi? Sorusuna yine “az kaldı” türünden bir cevap. Bu sefer gerçekten ilerde sağda ilk yayla evini gördüğümüzde atılan sevinç çığlıkları hala kulağımda. Arkasından ikinci yayla evi görüldü. Sevinç yerini bir anda en iyi evi bulmak derdine dönüştü. İnsanoğlu ne kadar çabuk unutuyor dertlerini. Bu da zorluklarla başa çıkmamız için iyi bir yanımız diye düşünüyorum.

En son yayla evine girdik ve yerleştik. Sobayı kurduk ve tahmin ettiğimiz gibi köylülerin istiflediği odunları yaktık.

Herkesin neşesi yerine gelmişti. Sabaha kadar -15 derecelik soğukta yatmışız, soba sadece 1 metre çevresini ısıtıyormuş gam değildi artık. Sabah, hemen iki gruba ayrıldık. Bir grup geride kalan eşyaları getirmek üzere geri döndü. Diğer grup, mağaraya yol açmak için uğraş verecekti. Karda iz açmak hele hele hedikleriniz yoksa oldukça zordur. Saatlerce süren uğraşıdan sonra hem orman yolundan hem de ormanın içinden dere kenarına şaşmadan tek bir iz açabildik.

Karlık Kuylucu'na 15 yıl aradan sonra tekrar sonuna kadar ölçmek ve düzgün bir haritasını çıkarmak için gelmiştik. Kar ve soğukla mücadelemizden sonra en son ekip arkadaşlarımız, Sinan Poyraz ve Gülşen Küçükali, en alt galeride büyük bir su akıntısı ile karşılaşmıştı. 10 saat mağarada geçirdikten sonra yayla evine vardıklarında söylediklerine inanamadık. Galeri bitmemiş suyu takip ederek mağaranın devam ettiğini fakat çok sudan dolayı ilerleyemediklerini söylediler. 15 yıl önce bu mağaranın dibine gören ben ve Süha Yararbaş arkadaşımız kesinlikle bir yanlışlık var, mağara bitmişti filan diye gevelemeye başladık. Son günümüz olduğu için keşfe devam edememiş ve tabii ki ölçüm alınamamıştı. Yine, Karlığın haritasını çizememiştik.

Kısmet, mayıs 2011'de sadece iki kişi ile yaptığımız geziyeymiş. Normalde mağaracılık faaliyetleri, güvenlik nedeniyle en az dört kişi ile yapılır. Geziye gideceğimiz son günde gelecek arkadaşlarımızın mazeretlerine karşılık kendi kendimize rest çekerek, geziye devam etme kararı aldık. Yine Çakman yaylasındayız. Bu sefer başka bir eve yerleştik. Bu sene baharı görmedik, devamlı yağışlı ve soğuk geçtiği için köylüler köyden yaylaya göç etmemiş henüz. Hemen hazırlandıktan sonra tam üç gün arka arkaya mağaraya girdik. Kendimize güzel bir program yapmıştık. Sabah sıkı bir kahvaltıdan sonra, saat on-onbir gibi mağaraya giriyor, akşam üstü beş-altı gibi çıkıyorduk. Yemek yedikten sonra günü değerlendirdikten sonra yatıp ertesi sabah aynı rutine devam ederek mağaradaki keşfimizi ilerletiyorduk.

En alttaki galerideyiz ve 15 yıl önceki mağaranın sonu olduğunu iddia ettiğimiz yerdeyim. Sinan Poyraz, sağ tarafta kayaların berisinde aşağıya doğru iki metre inen bir yer gösterdi. Müthiş bir şok içinde “olamaz, olamaz bu nasıl olur?” diyorum ama bir yandan da oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi sevinerek, yavaş yavaş kışın bulunan yeni galeride ilerlemeye başladık. Bu galeri yaklaşık 45 derece eğimli bir fay çatlağında oluşmuş. Hagada hugada ilerlemeye devam ediyoruz. Yukardan su akan kollar bu galeriye bağlanıyor. Müthiş keyiflendik. Yan kollar devam ediyordu ama ilerleyebilmemiz için tırmanma platformu gerekiyor. Bir dahaki sefere deyip, galeride inmeye devam ediyoruz. Bir anda mağaranın her tarafını kaplayan çok güzel oluşumların olduğu bir bölümden geçtik. Hala tavanlardan sızan sular, doğanın gücünü ve sanatını konuşturuyordu. Bir iki cadıkazanı geçtikten ve bir iki ipli iniş yaptıktan sonra, geziye getirdiğimiz ipler bitmişti. Daha fazla ilerleyemedik, o yüzden ölçüm almaya başladık. Mağaranın en tepesi olan çarşağın başına kadar ölçüm almamız iki günümüzü aldı.

Bu arada kaldığımız üç günün devamlı iki günü yağmur yağması, bir gün mağaraya giderken boz ayı görmemiz yanımıza kar kalmıştı. Evet, nihayet ölçümler hesaplandıktan sonra Karlık Kuylucu -296 metre derinliğe inmişti. Toplam uzunluğu 1,5 kilometreyi geçmişti.

Karadeniz bölgesinin en derin mağarası olmuştu. Bu büyük bir sürprizdi. Sürpriz olmasının sebebi ise Karadeniz bölgesinde 280 metre derinliğin altında başka bir mağara bulunamadığı için yıllardır hep “Karadeniz'de derin mağara olmaz” savı vardır mağaracıların arasında. Bu sav yıllar geçtikçe, dilden dile bir mağaracı efsanesi haline gelmişti.

Haziran ayında tekrar Karlık'taydık. Artık sonunu görmek ve yan kolları araştırıp bitirmek istiyorduk. Bu sefer 6 kişiyiz. Yağmurlu günler biraz geride kalmış ve sıcakta mağaraya girmeye başlamıştık. Kampa gelirken sekiz dokuz üyelik domuz ailesi bizim için hoş bir karşılaşmaydı. Neyse ki arabadaydık, anne domuz yavrularını korumak için ters ters bakmaya başlamışken bizde uzaktan fazla rahatsız etmeden kendilerini seyrettik.

Gelinen son noktaya kadar yapılan bütün ip döşemelerini tekrar yaptıktan sonra, ekibimiz kalan yerde ana galeride keşfe devam etmişti. Yaklaşık 10-12 saat mağarada kaldıktan sonra gelinen noktada ana galeri çamurla bitmiş bununla birlikta tam biten noktada oldukça büyük iki tane kol bağlanmıştı. Karlık Kuylucu'nda keşfedilmeyi bekleyen yaklaşık yedi yan galeri/kol bizi bekliyordu. Gene ölçümlerimizi aldık ama zaman yetersizliğinden yan kolların araştırılmasını ileri bir zamana bıraktık.

Karlık Kuylucu, kendi rekorunu kırıp, -349 metre derinliğe ulaşıp, kollarıyla beraber iki kilometreye yaklaşmıştı.


Karlık Kuylucu, bir efsaneyi yıkmış yeni bir efsane yaratma yolundadır.

Not: ASPEG'in DİP dergisinden alınmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARANLIĞI FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI VE IŞIKLI FOTOĞRAF ÇEKMENİN TARİHÇESİ) Chris Howes

EL ALEM NASIL YAPIYOR, NE YAPIYOR?

ASPEG`IN 10. YILI