IRAN MAĞARA KURTARMA GEZİSİ
18-28 HAZİRAN 2015


6.-7. GÜNLER

Sabah 5:00'de kalktık ve yarım saat sonra yola koyulduk. Güneş yavaş yavaş ışımaya başladığında biz Tahran yolunda idik ve daha başlangıçtan yine sıcak bir gün olacağı belliydi. Arabada kestirdiğim için pek etrafa bakma fırsatım olmadı ama Karaj-Tahran arasında mesafede zaten hangi şehir ne zaman başlıyor hangi şehir ne zaman bitiyor belli değil. Uçaktan inerken gördüğüm ışık şeridinin içinde ilerliyorduk. Bir sürü TOKİ benzeri inşaatlar var yığınla. Hüseyin'e sorduğumda o inşaatların polislere (ya da Jandarma)  ait olduğunu, ve ev yapıp sattıklarını söyledi. Evet gene bir şaşkınlık yaşamıştım. Polis, inşaat, müteahhit ve ev satmak kavramlarını bir türlü kafamda bağdaştıramadım. Artık fazla şaşırmamaya karar verdim ama kararımın ne kadar geçersiz olduğunu ileri ki günlerde anlayacaktım.

Tahran'dan çıplak dağlara doğru çıkıp, bir yoldan aşağıya inmeye başladık. Dağlar arasındaki vadi yemyeşildi ama vadi tabanından 10 m yanlara çıktın mı, çorak arazi...Suyun bu dünya ve canlılar için olan hikmetini, elzemliğini çok daha iyi kavrıyor insan bu manzaraya baktıkça. Nihayet bir köye geldik. Bizim tipik Anadolu köylerinden hiç bir farkı yok. "Esselamun Aleykum" ve "Aleykümselam"...Tuğla duvarlar ve kerpiçten tavanlar, basık evler...Belki bir çocuk parkı ve farsça yazılardan gayri çokta bir fark yok. Köy tek tek saymadım ama yaklaşık 30-40 haneden oluşuyor ve köy içinde çok güzel meyve ağaçları var. Yaşlılar ufak yeşil bir minaresi olan caminin duvar dibine konmuş, demir bankta oturuyorlar ve birbirleriyle konuşuyorlar. Köyün içinden oldukça berrak, pırıl pırıl temiz bir nehir akıyor. Hallice dereden az büyük ama müthiş bir sinek var.

Köy sol tarafta...
İran'ın dört bir yanından insanların gelmesini beklemeye başladık. Beklerken kahvaltı etmeye karar verdik ve yaşlı bir amcanın açtığı güzel bir bahçede yere bir şey serdik ve yemeğe başladık. Alireza'nın söylemesine göre yaklaşık 30 kişi olacağız...

Biz bir şeyler yerken insanlar yavaş yavaş arabalarıyla gelmeye başladılar. Ahmed, Said, Sasan, Saadat ve eşi Mina ve Hoşadamla sarılarak hasret giderdik. Daha bir sürü tanımadığım ama çok yakın hissettiğim bir sürü insan geldi, tanıştık. İran TV yakamızı bırakmamıştı. Allah'tan bu sefer röportajdan kaçtım ve insanları görüntüledikten sonra bir ikisiyle konuşma yaptıktan sonra gittiler. Neyi nasıl yapacağız filan derken, bir traktör ve arkasında römork belirdi. Kamp atacağımız yerin arkasından bir yoldan 4*4 çıkabiliyormuş, teknik malzemeyi arabaya yüklediler ve araba yola çıktı, insanların eşyalarını ve bir kısım insanı da buna bende dahilim ve sağ olsunlar bana "değer" verdikleri için traktörün arkadaki büyük tekerleğin üstündeki yere oturttular. Vahid diyor, bazıları yürüyecek, sen traktörle git, çok güzel sulardan ve manzaradan geçeceksin. Bende tamam dedim. Traktör söförü kim? Tabii ki Said :)

Çukurpınar ekibi, soldan sağa: Hoşadam, Selin, Sasan, Vahid, Ender, Nergis, Hüseyin, Said, Ahmed, Umut, Alireza, Ali Salehpour, Saadat
Said, 20 dönüme sahip bir çiftçi. Pazarda 150 ton yer elmasını 5 kg'sunu 1 dolardan satmış ve tatbikata katılmak için ta Gülistan'dan geldi. Gülistan, Hazar denizin güney-doğusundaki eyalet, Türkmenistan sınırına yakın. Yani anlayacağınız uzak yoldan geldi. Hem de yeni evlendi. Bu arada eğitmenimiz Alireza'da büyük çiftçilerden. Hektarlık meyve ağaçları var. Kazvin, eski Safevi devleti başkentinden geliyor. Bizim sevgili Ahmed'te çiftçi ve elma üretiyor, kendisi Tebriz'den. En düzgün Türkçe onda. Elma, para etmemiş, pek mutlu değil ama buna rağmen etkinliğe geldi, bizi görmek için.
Sasan, Said, Umut, Ender, Şehriyar, Nergis


Önce Çukurpınar'ı anıp sonra Morca ve Cocar Mağaralarının derin gitmesini temenni edip anı fotoğrafı çektik.

Umut, Zehra, Selin, Meryem ve Ender. Meryem tam 6 saat sedye de gıkını bile çıkarmadan kazazede oldu.



Selin ve Pervin. Pervin mağaracı ve aynı zamanda buz tırmanışı da yapıyor. Arkada Brunik Mağarası.
 Bu arada İran'la Türkiye mağaracılar arasındaki farklardan biride, yaptıkları iş. Ben şimdiye kadar hem çiftçi olup hem de mağaracılık yapan bir Türk mağaracı görmedim Türkiye'de. Sanırım bu biraz, insanlar nasıl görüyorsa, öyle devam ediyor galiba ondan. Özellikle İran'da dağlara çıkmak, dağcılık, kanyona gitmek veya doğa sporları ile ilgilenmek eskiden beridir var ve tahminim özellikle yeni islami rejimle beraber kısıtlanan insanların kaçabileceği nefes alabileceği bir nevi sübap vazifesi gören bir kaçış yolu oluyor doğa sporları. Özgürlüğün yaşandığı bir platform. Yine örnek vermek gerekirse, kampta birçok insan Ramazan olmasına rağmen oruç tutmuyordu bir çift hariç. İsmi lazım değil, 55-60 yaşında bir mağaracı, kampta oruç tutup, namaz kıldı, eşi de omzuna kadar siyah bir başörtüsünden büyük bir kumaşla kapanmıştı ve o da oruç tutup, kafası sıkı sıkı kapalı olmasına rağmen mağaraya kaskını giyip, kurtarma etkinliğine katıldı. Türkiye'de bu sosyal profilde birilerinin mağaracılık yapmasına ben şimdiye kadar rastlamadım. Yani İran'da doğa sporları halka daha çok inmiş ve birazda uzun süren ambargoların etkisi olsa, gerek talebin olması da hemen hemen birçok teknik malzemenin İran'da üretilmesini ortaya çıkarmış. Türkiye'de ise mağaracılık ve doğa sporları biraz daha halkın elit kesiminde kalmış, daha az kişi tarafından yapılan ve az kişiden dolayı üretim yapacak kadar malzeme talebi olmayan, dolayısıyla ithal eden bir yapı var. İran'daki mağaracılığın tarihini az buçuk Çek Cumhuriyeti Bruno şehrinde yapılan uluslararası mağaracılık kongresindeki sunumda görmüştüm. Bizim kadar eski tarihleri var, geldiğimiz noktada, İran'da 1500-1700 mağaracı var ve çoğu zaten dağcı veya başka bir doğa sporuyla da uğraşıyor, bizde ise 550 mağaracı var. Modern mağaracılık teknikleriyle yeni tanışmış olmakla beraber, dağcılık ve tırmanıştan gelen zaten bir bilgi birikimi ile çok hızlı yol alıyorlar tecrübe konusunda.



Hakkı baba, sineklerden korunmaya çalışırken..
Pervin, Hakkı, Nergis, Fatma, traktörde...

İlk akşam ekiplerin kimlerden oluştuğu ve hangi istasyonda
görev alacakları açıklanıyor





























Said yavaş yavaş gaza basıyor ve römorkla beraber gitmeye başladık. Köyün içindeki köprüden geçtikten ve yolu biraz takip ettikten sonra, nehrin yanına indik ve menderes yapan suyun içinde ilerlemeye başladık. Millet çığlık çığlığa, herkes gülüyor ve mutlu. Suların içinde debelenen çocuklar gibiyiz. Daha önce hiç görmediğim siyah çift kanatlı pervaneli uçan böceklerin arasından geçmeye başladık. Said arada bir gaza basıp arka tarafı bir sağa bir sola yatırıyordu dikkatlice. Usta çiftçi ne de olsa. Suyun içinden devamlı geçen yarım saatlik bir yolculuktan sonra bir dağın dibinde durduk. Mağaranın olduğu tepenin altında ama durur durmaz, Peynirlikönü'ne ilk girdiğimde yediğim sineklerden daha fazlasını burada yedim. Müthiş bir sinek saldırısı vardı. Yanıma şapka almıştım ama bulamadım devamlı sinek saldırılarından sersem gibi olunca çareyi birisinden şapka istemekte buldum, sağ olsun Fatma diye bir mağaracı şapkasını verdi. Gölgedeyiz ama güneş altına çıkınca kavrulacağız. Daha fazla beklemeden hemen önden giden birisinin ardına takıldım ve başladık yürümeye. 10 dakika vadi sınırından gittikten sonra hemen başladık tırmanmaya. Vahid geç kaldık diye yakınmıştı, şimdi anladım niye yakındığını...Saat 12:00 güneş altında dik tepeye tırmanmak hiç aklı fikri olan adamın işi değildi. Yapacak bir şey yoktu maalesef. Yaklaşık 1-1,15 saatlik bir tırmanıştan sonra Brunik mağarasının o büyük ağzına varmıştık, hemen kendimi gölgeye attım. Üstümden ter boşanıyor, sırılsıklam olmuştum. 10 dk dır, gölgedeyim ama "yok arkadaş" serinleyemiyorum. Nergis'e usulca yaklaştım, dedim tshirt ıslak başka temizde kalmadı, eğer mahsuru yoksa üstümü çıkartsam bel üstü çıplak biraz dursam olur mu? "sorun olmaz" dedi. Sonuçta resmi bir federasyonun faaliyetindeydik, kurallar, adetler ve gelenekler olabilir. Üstümü çıkardım ıslak tshirti güneşli bir kayanın üstüne serdim, pantalonu da şort haline getirdim...Ohh be, biraz daha iyi.
Serinlerken, ekip liderini dinliyoruz.

Herkes birer ikişer gelmeye başladı, herkes geldikten sonra Alireza kısaca bir konuşma yaptı. Sanırım gün içinde kamp kurulduktan sonra, Vahid herkesi mağaraya sokacak ve hangi istasyon nerede, nerede ne yapılacak hepsini gösterip mağaraya aşina olmamızı sağlayacak. Tahminimin aksine kamp yeri mağara ağzında değil mağaranın üstünde tam tepe üstünde olacakmış. Allahım, en az 50-100 m yukarı daha tırmanış var. Alireza, herkes 15:00'e kadar kamp kurma ve yemek işleri ile meşgul olsun dedi ve ondan sonra mağarayı tanıma ve planlama başlayacaktı.

Tatbikatı yapacağımız mağara, Brunik, tamamı haritalanmış, aşağıya doğru yaklaşık 45-50 derece ile eğilimli yarı yatay yarı dikeyimsi bir mağara. Eskiden turizme açmak için çalışmalar yapılmış, aşağıya doğru merdivenler filan var ama sanırım birileri istememiş ve yarım bırakmışlar çalışmayı, turizme kapatılmış. Mağara bir tepenin yamacında 45 derece yarım metreden bir metreye kalınlıkta kaya katmanlarının dalış açısında gelişmiş bir mağara. İçeride Brüksel lahanası oluşumlar filan var ama mağaranın tabanı katmanlı kayaların çökmesiyle rahat yürünebilecek bir zeminden çıkmış. Dolayısıyla da kurtarmadaki en büyük faaliyet, sedye taşımak yerine habire trolean yani ip köprüsü ile salonların bir tarafından öbür tarafına sedyeyi havadan emniyetli bir şekilde iletmek olacak.


Sedye taşınırken..
Yavaş yavaş herkes tepenin üstüne çıkmak için mağaradan çıkmaya başladı. Of anam of deyip bizde güneşin alnına çıktık tekrar ve başladık tırmanmaya, yaklaşık 15-20 dk tırmandıktan sonra tepenin üstüne geldik. İnsanlar hemen çadırları atmaya ve kampı kurmaya başladı. 4*4 Hilal-i Ahmer kamyoneti gelmiş ve 2 tane Kızılay çadırı dikilmişti bile. Bizde hemen kendimizi içine attık, gölgeye. Yalan olmasın ama bir saat içinde her şey yerli yerinde, söz yerindeyse tencereler kaynamaya başlamıştı bile. Nergislerle beraber yemek yedikten sonra biraz gerinip ayağımızı uzatalım demeye kalmadan, "haydin mağaraya" dedi Vahid...

Daha yeni gelmiştik :)) biraz dinlenseydik Vahid :))

Herkes kaskını kapıp, mağara ağzına inmeye başladı. Yaklaşık 30 kişi toplaştık mağara ağzında ve hep beraber girdik mağaraya. Tatbikatta yaklaşık 12 istasyon var (bu sonra 13'e çıktı). Aşağıya doğru indikçe, Vahid anlatıyor elinde çakma çin malı uzağı gösteren bir fenerle, Tek tek yapılmış döşemeleri ve dübellerin yerini gösteriyor...Burda şu var, kilik fener yanıyor dübeller aydınlatılıyor, şimdi aha taa orada gördüğünüz (50 60 m uzaklıkta bir kayanın üzerini belli belirsiz işaret edip), döşemeden buraya trolean olacak, ama ipi gerdiğimizde ip tavana sürtüyor, dolayısıyla birisi aşağıdan uzun bir iple saptırma yapacak v.b. v.b.v.b. Yavaş yavaş mağarada ilerliyoruz. mağarada tek bir dikey iniş var yaklaşık 25 m'lik. Yan bir koldan inişin altına gelinebiliyor ama senaryo gereği, kazazede, 25 m'lik çıkıştan çekilecek ve oradan 2. istasyona iletilecek oradan 60 m'lik bir trolean köprüsünden geçecek ve bu böyle devam edecek...Yaklaşık 3 saat filan mağarada kaldık, her şeyi, herkese gösterdi çünkü kimin nerede ne yapacağı henüz belli değildi. Güneş batarken kampa geri döndük.

Kızılay çadırlarından birinin üzerinde "Girmek Yasaktır" yazısı konmuş. Malzeme deposu. Sorumlular haricinde kimse giremiyor. Malzemeyi zimmetli veriyorlar ve tatbikat bitiminde gene sayılı alıyorlar.

Tencereler kaynamaya başladı, herkes yemek yiyor arkasından çaylar geliyor. Akşam 20:00-21:00 gibi diğer Kızılay çadırında toplantı yapılacak. Toplantı amacı harita üzerinde ekipler tayin edilecek, kimin hangi istasyondan sorumlu olduğu bildirilecek ve toplantı bitimi, ekip liderleri malzemeleri alacaklar.

Çadırın içine 30 kişi birden doluştuk. Harita üzerinde ekipler belirlendi. Biz Türk ekibi olarak 1. istasyondayız, yani kazazedeyi ilk biz yukarı karşı denge sistemi ile çekeceğiz, yalnız dar ve inişin ortasında bir kaya olduğu için ipin sürtünmesini engellemek için aşağıda döşeme ipinde bir kişi vücudu ve kısa göbek bağı ile saptırma yapacak sürtünmeyi ve kazazedenin duvara vurmasını engelleyecek. Bu arada söylemeyi unutmadan geçmeyeyim, biz mağaradan döndükten sonra, bir ekip telefon döşemeye, bir ekipte 25 m'lik inişi döşemeye gitti. Belirlenen istasyon başlarına ve aralarına 6 tane telefon döşediler. Mağaranın girişine de bir çadır konuldu, üstünde CP yazıyordu. Commanding Post, yani Komuta Merkezi...Komuta Merkezinin haberi olmadan kimse ne mağaraya girebiliyor, ne görev yerinden ayrılabiliyor ne de sorumluluğunu aldığı işe başlayabiliyordu. Kısacası Komuta Merkezi her şeyi telefon aracılığıyla yönetiyordu.


Bizim ekip hem 1. istasyon hem de 11. istasyonda görevlendirilmişti. Bize ayrıca Areş'te katılmıştı. Hemen ekibi toplayıp kimin ne yapacağını söyledim ve görevlendirme yaptım. Sonra malzeme çadırına gidip malzemeleri aldım ve çadırımın yanına konuşlandırdım. Saat 23:00'e doğru hızla akıyordu ve ben yoldaki uyuklamamı saymazsak yaklaşık 3 saatlik uyku ile duruyordum. Herkes malzeme peşinde ve ufak toplantılarla neyi nasıl yapacağını konuşuyor. Selin ilkyardım ekibi ile mağaraya girecek. Kendisi hemşire olduğu için başka bir hemşire ve 2 kişiyle daha ekip oluşturuldu, kazazedeyi sedyeye paketleyip, ilk 25 m'lik çıkışın başında bize teslim edecekler ve Selin'de hemşire olarak döşeme hattından inişin yarısına kadar kazazedeye refakat edecek, oradan Areş saptırma yaptığı noktadan bu sefer o, kazazedeye refakat edecek diye planladık. Umut, karşı denge unsuru olacak. Ayrıca 5. istasyonda da Umut'un kendi ekibi var, onları topladı, konuştu, görevler dağıtıldı malzemeler alındı artık yavaş yavaş uyku vakti geliyordu. Arada Nergis uğradı, yarın için bizim ekibin mağaradaki yemeğini getirdi. Her şeyi düşünmüşler..

Alireza ısrarla tatbikatın ne zaman başlayacağını söylemiyor. Herkesin her an hazırlıklı olması lazım dedi. Saatler 24:00'e doğru yavaş yavaş bizim yatacağımız çadırın içindekiler dağıldı, uyku tulumlarını serdik ve uykuya doğru bir yolculuk yapmaya başladık....

Allah'ım kimse horlamasın.

Derinlerden, belirsiz başlayıp yavaş yavaş, ben 13 yaşındayken İran-İrak savaşında hava akını olduğunda Bağdat'ta sirenler çalardı, ona benzer bir siren sesi geliyor. Yahu, 2000 m'de dağın tepesindeyiz ne sireni ne sesi....Bir anda yanımdakiler kalktı, n'oluyoruz demeye kalmadan millet her yerde ayaklanmaya başladı. Ben sersem bir haldeyim hala ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Aslında ne olacağını biliyoruz da, uyku sersemi bir anda siren seslerine uyanınca, aptala döndüm. Farsça birisi bir şey söylüyor megafondan bangır bangır...Uyku tulumu içinde doğruldum bir anda yanıma bir torba atıldı. Nergis "Ender bu kahvaltınız" dedi...Baktım 3 tane haşlanmış yumurta, ekmek ve biraz peynir. Millet haldır haldır giyiniyor. Kalktık. Saat sabahın 5:15'i..Biri tercüme ediyor, "mağarada bir kaza olmuş, mağaracı bacağını kırmış" acilen müdahale edilmesi lazım...

Bende artık uyandım sayılır, hemen giyinmeye başladım, iç tulum, dış tulum, hop hemen srt takımı, kask filan derken. yerde yemek yememek için kamyonetin arka kapısını yatırdım, Umut'u çağırdım kahvaltıya. Selin'e bakınıyorum ama Selin yok. Bir iki bağırdım baktım olmayacak sonradan fark ettim ki, ilk müdahale ekibi ile içeri girmek için yola çıkmak üzere. Bari bir şey yeseydi dedim içimden ama onlar yola koyulmuştu. Biraz suyla yüzümü yıkadım ve hemen Umut'a sıkı kahvaltı edelim, uzun bir gün olacak dedim ve kahvaltı yapmaya başladık. 2 tane pet şişeye su doldurduk yanımıza almak için. Ekip lideri olarak, her ne kadar senaryo olsa da insan heyecanlanıyor ve ekip liderlerinden neler yapılması gerektiği yazılmıştı. Hemen Umut'un SRT setini kontrol ettim. Tamam, tamam, hop D karabin açık kalmış kapatalım. Umut, sende beni kontrol et bakalım. Umut beni de kontrol etti. Ekibin son elemanı Areş'i arıyorum. Areş kendi çantası ile geliyor. Areş, gel kontrol edeceğim dedim herşeyini tamam mı dedim, alelacele, tamam herşeyim tamam dedi bende güvendim. Yanılmışım...

İlk ekip gideli 15 dakika filan oldu..Ben Vahid'e soruyorum biz ne zaman gideceğiz çünkü 2.ekip biziz. Cevap: Sabahın 4:30'dan beridir ayakta olan ve Komuta Merkez'inde bulunan Alireza ve Hüseyin'de kontrol. CP'den cevap gelmeden gidemezsiniz. Beklemeye devam. Neyse 10 dakika sonra CP tamam dedi gidin, biz Areş, Umut ve ben 2. ekip olarak yola çıktık.

Mağara ağzına vardığımızda CP çadırının yanında bekledik ve onlar tekrar tamam gidin ve her telefon istasyon noktasında CP'yi arayacaksınız dedi. Ekiplerin mağara içinde nerede olduklarını bilmesi ve planlama yapabilmesi için çok önemli. Merdivenlerin en sonunda bir tane varmış...İniyoruz ve geçtik basamakları ama bulamadık, ıskaladık. Areş ısrarla telefonu bulmaya çalışıyor. Areş dedim bırak devam edelim 2.ncisinden ararız. İtiraz edecek gibi oldu ama ben çoktan topuklamış yola devam ediyordum. 2. Telefonu bulduk ve CP'yi aradık, 1. ıskaladık 2.telefondayız ve devam ediyoruz. OK.

Mağara içinde ilerliyoruz ve bizim görev aldığımız inişe doğru yaklaşırken birden "anaaa" şeklinde bir hayretle ilk ekibe bakıyorum. Kazazedenin yerini bulamamışlar. Kazazedeye daha ulaşamamışlar. Bizimle yukarıya gelmeye kalktılar dedim sağdan aşağıya inişin altına giden bir yol var kazazede oradadır. Oradan gidin. Biz çıkmaya devam ettik ama bende içimden ohooo bunlar daha paketleyecek falan filan uzun iş...Neyse biz yerimize geldiğimizde sanırım kazazedeyi yeni bulmuşlardı.



Mağaradaki tek inişin başına geldik, hemen karşı denge hatlarını kurmak için başladım çalışmaya..İpin ucuna sarkıtırsam takılır diye aşağıya kadar indim hem de inişi tanımış oldum, sedyeye bağlanacak ucu en dibe indirdim ama ilk ekipten daha bir belirti yoktu. Neyse biz işimize bakalım deyip, yukarı çıktım. Herşey tamam, Areş abi sen aşağıya inişin ortasındakı sıkışmış kayaya kadar in kısa göbek bağınla saptırma yapacaksın ve sedyeyle beraber gelecen, ok? ok. Areş iner yerini alır. Umut makaranın olduğu hatta karşı denge olarak yerini bende regülatör olarak yerimi almıştım ki, Vahid çıkageldi. Herkesi yerinde kontrol ediyor. Baktı, sorun yok, baş parmak yukarı ok.

Beklemeye başladık ipin üzerinde arada aşağıya bağırıyoruz ama sesler boğuk geliyor. Yok kesinlikle inişlerde iki ekip arasında walkie talkie lazım. Bekle bekle, yavaştan soğumaya başladık. Birde kahvaltıdan sonra hemen mağaraya girince, tuvalet zamanı mağara içinde geldi. Sıkışmaya başladım. Çok sıkıldım hattan çıktım, Umut'ta rahat bir pozisyon aldı, Areş'de üşümeye başladı. Yahu ne oluyordu niye CP başla komutu vermiyordu anlamadım gitti. Sonunda dayamadım, 2. istasyonun oradaki telefona gittim, tam bu sırada Areş yukarı çıkmaya karar verdi, üşümüştü çünkü ama sağolsun çıkış malzemelerini unutmuş. Keyfim bir anda kaçtı, Areş çıkış takımları yok, prusikle çıkarım diyor bana, yok dedim olmaz. Kazazedeyle mi uğraşacağız senin malzeme yokluğunla mı deyip durdum. Neyse ki yanımızda video çeken Şehriyar'ın cumarlarını aldı. Ah babacığım ah, bana herşeyim tamam demiştim diye hayıflanıyorum içimden.

CP, CP, 1. station. Yes? What are waiting for, it is been an hour almost? Station sth and sth are not ready for rigging. We are waiting for them once they are ok, we are good to go and we will not stop. Ok. Eheeem, but I have to go to toilet. Pause....ok be back in 10 minutes :)).

Salonun üst köşesine gidersin, bütün kemer, malzemeler neler varsa üstünde tek tek çıkartırsın ve rahatlarsın. Tam da işi bitirirken "ender, cp called we will start"...Yahu zamanlamanıza hayranım.

CP, I am back. Ok.

Ekipte herkes yerini tekrar aldı ve başladık çekmeye her şey gayet iyi gidiyor. Sedye tahminim en geç 10 dakika sonra yanımızdaydı. 2. İstasyonun ekibi bize yardıma gelmişti. Kazazedeye gülümseyerek "how are you, are you ok? don't worry" deyip hoop kayanın üstüne sedyeyi aldırdık.. 2. İstasyon ekibi kısa bir trolean hattından 3. istasyona verecek oradan aşağıdaki büyük salonda yaklaşık 60 m'lik trolean var havadan 4. istasyona gidecek. Bizim işimiz bitmişti. Ben hemen döşeme malzemeleri toplamak için indim başladım hattı sökmeye. İpi filan toparladık, Umut 5. istasyonun ekip lideriydi o izin alıp gitti, hattı kurmak için. Areşinde başka bir yerde işi vardı o da izin aldı ve gitti. Selin sağolsun bana yardım etti her şeyi çantaladık ve telefona gittik. Cp, Cp? First station is ok, everything is finished. Ok, good. Plans have changed normally you should go to station 11 but we want you to do trolean between 7 and 8th station, Ahmet will explain. ok..

Yerimize gitmeden biraz seyir eyledik neyi nasıl yapıyorlar diye? Sedye dikey olarak 3.istasyona geldi şimdi ayaklar aşağıda yatay pozisyona getirip trolean'e verecekler sedyeyi..5 dakika seyrettikten sonra aşağıya indik, 4. istasyona baktık, sedyenin yavaşça geldiğini gördük. 5. İst'da Umut'lar hazırdı. Devam ettik. 6. ist Z yapıp sedyeyi çekecekti. Onlarda hazırdı. 7 ve 8 in arasına geldim Ahmet'i buldum. Ahmet döşeme yapılacak yer neresi dedim. 7,5. istasyon dedi :)) Dar bir yerde döşeme yaklaşık 3 m yukarıda, kısa bir trolean olacak. Normalde Sasan ve Mansur 11. istasyondaki ekibim ama anladığım kadarıyla Sasan 11. istasyonda döşemeyi yapmış, hattı Mansur kurmaya başlamıştı. Sasan, Mansur'un eşiyle bana yardımcı olmak istediler. Trolean önce gevşek olacak dikey bir şekilde sedye takılacak ve gerilecek sonra 8. istasyondan çekilecek, yalnız dar bir yerde yardımcı lazımdı yüzünü filan çarpmaması için, Sasan'dan rica ettim sen burada ol arada yardım et. ok dedi.

3 m yukarıdaki 3'lü bağlantıdan Z almak ve germek zor işti. Karşı duvarda bir 3'lü döşeme daha vardı. Bende bir tane makara taktım, trolean'e ve karşıdaki 3'lü döşemeye stoplu desandörle bağlantı yaptım ve cumarla rahatlıkla troleanı gerdiğimizde stoplu olduğu için geri boşalmayacaktı. Her şey hazırdı. Salona geri döndüm ve çok güzel bir yere oturdum ve seyretmeye başladım. Herkes acayip ciddi bir şekilde kendini işe vermişti. Sedye bize yaklaştı ve bizim 7,5. istasyona geldi, aynen dediğim gibi gerdik, bende yardımcı oldum cumarlarımla ve sedye dikey bir şekilde 8. istasyona gitti. Döşemeleri topladım (normalde askılar orada vardı bende sökmedim ama sökülecekmiş meğersem benden sonra Selin ve Ahmet söktüler). Telefonla bildirdim, CP station 7, 5 is finished. OK, go to station 11. Ok.

CP, istasyon 11 de ne yapacağımı söylemediği için, 11 istasyona gittim, çok büyük ve kalın bir duvar, dikit arası bir duvarın üzerinde döşeme yapılmıştı. Yukarı çıktım baktım, Mansur işi hallediyor, indim aşağıya. Döşeme bitti trolean çekildi ve sedye yavaş yavaş çekildi. Diğer bütün ekiplerde 11. İstasyonun oraya geldi. Sedye yaklaştığında herkes karşılıklı gücüne ve boya göre sıra yaptı ve sedye elden ele geçmeye başladı. Merdivenler çok dikti ama millet sedyeyi bir sonraki arkadaşına verip hemen öne yeni pozisyona geçiyordu. Oradan tekrar çok durmadan C.P. çadırın oraya kadar geldi sedye.

Hemen kazazede sedye'den çıkartıldı ve su verildi. Bravo Meryem'e 6 saat sedyede sadece elleri hareketli bir şekilde kalmakta büyük bir cesaret işi. Zaten 2 defa tebrik ettim kendisini. Alireza kısa bir konuşma yaptıktan sonra federasyon ve hatıra fotoğrafı çektirdik.

Kampa vardığımızda saat yanılmıyorsam 12:00-13:00 gibiydi. Yemek yiyelim filan derken, Alireza toplanalım aşağıda daha rahat bir şekilde yeriz dedi. Herkes  toplanmaya başladı. Çadırlar sökülürken, çantalar toplandı, bende her şeyimi hallettikten sonra etraftan çöp topladım.
Hatıra fotoğrafı

Federasyon fotoğrafı...
Çantayı taşımak yerine 4*4 kamyonete verdim ve yaklaşık 2 saatlik yürüyüşle köye vardık. Nehrin kenarında bahçeler arasında aç karnına kiraz ve küçük elma yemek güzeldi, ah birde sinek bombardımanı olmasa mükemmel bir yürüyüştü. Köye geldiğimizde kamyonet gelmişti. Camide bir yüz yıkadıktan ve deli gibi su içtikten sonra gölgeye kaçıp serinledik. Fatma'nın ikram ettiği dondurmaları afiyetle mideye indirdik. Herkes yavaş yavaş Allah'a ısmarladık deyip yola koyulmaya başlamıştı. Bizde Çukurpınar ekibinin bir kısmıyla vedalaşıp herkesi uğurladıktan sonra bizde geri yola koyulduk.
Dondurma..

Kimsenin aklına yemek gelmemişti.

Karaj'a gelip Pervin'lerin evinden eşyalarımızı topladık ve bir kısmını aldık. Akşam 22:00 gibi geç bir saatte Asgar abi'nin daveti üzerine bağ evine geldik.

Doludizgin bir program akışına bırakmıştık kendimizi. Sabah kurtarma yaparken akşam gitar şeklinde bağ evinin dışındaki yüzme havuzunda içeceklerle rahatlıyorduk. Asgar abi sağolsun evin anahtarını resmen bize bıraktı ve herkes deli gibi yedi içti. Arada Selin elinde pasta gibi bir maketi tutmuş bana doğru sallıyordu. Maket meğersem gerçekten pastaymış. Müthiş bir akşam oldu ama uykusuzluk yakamızı bırakmıyordu. İlk, Hakkı baba ve Ahmet nakavt oldu, acayip büyük salondaki divanlara uzanmış yatmışlardı.

Ben yüzme havuzuna Umut ve Said'le atladım biraz yüzdüm ama nedense bana biraz soğuk geldi ve bir daha da giremedim..Artık dayanamayacağım. Hüseyin arada bana yarın sabah 7:30'da bir minibüsün gelip bizi alacağını söyledi. Karaj civarında tarihi yerlere götüreceklermiş.

Allahım uyku yüzü ne zaman göreceğiz. Yok olmayacak, gittim arka odadaki yatağa yattım ve hemen uykuya dalmışım..





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARANLIĞI FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI VE IŞIKLI FOTOĞRAF ÇEKMENİN TARİHÇESİ) Chris Howes

EL ALEM NASIL YAPIYOR, NE YAPIYOR?

ASPEG`IN 10. YILI